Pozitivizm ve Eleştirisi - lutfullahakman.com

Pozitivizm ve Eleştirisi

 

Pozitivizm; Fransızca’da “gerçek, olgu, kesin, kanıtlanmış, olumlu” gibi anlamlara gelen "positif" kelimesinden türetilmiştir. Pozitif bilim kavramı, olgularla ilgili kesin ve kanıtlanmış bilgiyi ifade ettiği için pozitivizmin ekseninde durmaktadır. Auguste Comte tarafından sistemleştirilerek felsefî bir ekol haline getirilmiştir. Doğru bilginin ancak deney ve gözlem yoluyla elde edileceğini savunan felsefî bir akımdır. Bu indirgemeci yaklaşım pozitivistleri görmediğime, tecrübe etmediğime inanmam mantığına getirmiş olup her türlü metafizik ve dini sistemi reddetmesine zemin hazırlamıştır. Çünkü onlara göre din, metafizik olup görülemez ve tecrübe edilemez bir sistemdir dolayısıyla tecrübe edilemediği için yok hükmündedir, reddedilmelidir. Çünkü yalnızca ilkel toplumlar metafizikle ilgilenir.

Auguste Comte’nin geliştirmiş olduğu Üç Hal Yasası'na göre insanlar, üç evreden geçerek hakikate ulaşabilir.

  • Teolojik hal

İlk evrede insanlar ilkeldir ve her şeyi bir takım doğa üstü güçlere ve tanrıya vermişlerdir.

  • Metafizik hal

İkinci evrede insanlar biraz daha ilerleme kaydedip tanrı ve din gibi fikirlerden soyutlanıp doğa olaylarını metafizik kavramlarla açıklarlar.

  • Pozitif hal

Üçüncü evrede insanlar artık her türlü metafiziği bırakıp tamamen deney ve gözleme ulaşmışlardır artık hayatlarında din ve tanrı mefhumları yok, olgu ve bilim vardır. İşte hakikate bu şekilde ulaşılır. O’na göre bu hakikat döngüsü ilkel toplumlardan, medeni toplumlara doğru bu şekilde ilerler.

Ayrıca Auguste Comte geliştirdiği bu sistemin adını, “İnsanlık Dini” olarak isimlendirmiş ve "Pozitivizm’in İlmihali"ni yazmıştır.

Auguste Comte

Pozitivistler her ne kadar metafiziği reddetseler bile, kendi geliştirmiş oldukları önermeleri metafizikten kurtaramamışlardır. Pozitivistler, bilimin gelişmesiyle dinlerin tarih sahnesinden kalkacağını düşünmüşlerdir, fakat günümüzde teknolojinin geldiği son nokta olup dinler hala aktif bir şekilde hayatını devam ettirmektedirler. Hatta insanlar kendilerindeki ruh boşluğunu gidermek için yoga tarzı bir takım mistik yönelimlere girmektedirler. 

Pozitif bilgi önemli bir bilgi kaynağı olmakla beraber, tek bilgi kaynağı değildir. Ayrıca metafizik bilginin her ne kadar deney ve gözlem yoluyla ispatı mümkün olmasa da tecrübî boyutu vardır. Söz gelimi bir sûfînin Fenâ halinde hissettiği şeyler bir tecrübeden ibarettir; ayrıca yine bir Hint mistiğinin Nirvana anında hissettiği hal bir tecrübeden ibarettir. Dolayısıyla bu durumlar bize göstermektedir ki tecrübî bilgi yalnızca deney ve gözlem yoluyla elde edilen bilgi değildir.

İnsan sadece fiziksel bir varlık değildir ceset ve ruhtan oluşur, bedenin istekleri fiziki olduğu gibi; ruhun istekleri de metafiziktir ki din bize bunu sağlayan en önemli etkendir. İnsanı sadece bir fiziksel metaya indirgemek, insanın ruhi yönünü, edebî ve sanatsal yönünü de ihmal etmek olacaktır.

Her ne kadar metafizik bilgiyi deney ve gözlem yoluyla doğrulamak mümkün olmasa da, aynı yöntemle onu yanlışlamak da mümkün değildir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Tanrı ve İman gibi konular bilimsel olarak kanıtlanmış olsaydı, inancın bir değeri kalmaz zaten herkes inanmış olurdu.

Deney ve gözlem yoluyla, evrendeki tüm delilleri inceleyerek Tanrı’ya ulaşmak da mümkündür. Çevreyi sâlim akılla inceleyen bilim insanları, bu alemin ve düzenin yaratıcısını bilim vasıtasıyla bulabilmektedirler. Modern hayatın oluşturduğu, yoğun ve stresli zeminde yaratıcıyı bulmak ve ona sığınmak kadar rahatlatıcı bir şey yoktur.

Ayrıca Comte'nin tüm dinleri ve metafiziği reddettikten sonra kendine "İnsanlık Dini" adıyla yeni bir din kurması ve irşâd arayışına başlaması da ibret verici, çelişkili bir durumdur.

Hakikate ve Tanrı bilgisine ulaşma konusunda bakınız İbn Tufeyl ne demektedir:

"Yalnızca akılla, yani felsefecilerin yöntemleriyle Tanrı bilgisine ulaşmak da mümkündür, fakat bu bilgi, doğru olmasına karşın “anadan doğma bir körün çevresi hakkında edindiği bilgiye” benzer. Bu bilginin en belirgin özelliği, “açık” olmamasıdır. Daha da önemlisi, bu bilgiden dolayı bir “zevk” duyulamaz, saf müşahedeye erişilemez. Gerçek bilgi iki esasa dayanmalıdır: Akıl ve Sezgi. Bilgi, deneyin akıl ile ve aklın da sezgi ile uygunluğudur. Çünkü, Allah’ın zatı sırf nurdur. Nur olan Tanrısal zatı algılayabilecek olan insanın içindeki nuru uyandırmak ve parlatmak, sadece duyuların, aklın ve ruhun özel terbiyesi ile mümkündür. Ancak Allah hakkında bu suretle elde edilecek bir bilgi bize bizzat zatı verebilir." (İbn Tufeyl, Hayy b. Yakzan, 59.)

Burada bilimselliği tamamen reddetmek gibi bir amacımız olmamakla beraber, dinin ve metafiziğin de var olduğunu, insan hayatını anlamlandırmada bilimden ayrı bir yere sahip olduğunu vurgulamak amaçlanmıştır. Aksi halde İslam gelişmeye engeldir, gibi bir sonuç çıkar ki bu mümkün değildir. Vesselam ve dua ile...

Yorum Gönder

3 Yorumlar

  1. Pozivitizm(Görmediğime inanmam fikri) Avrupa'dan içimize sokulmuş, imanın temel esaslarını tahrip edici bir zehirmiş. Fransız edebiyatından bizim edebiyatimiza şuursuz dinsiz bir kaç yazarın tatbik ettiği bu ve benzeri hakikatsiz ve ifsad edici meselelerin Sultan Abdülhamid yönetimi tarafından engellenmeye çalışilmasının adı; istibdat yönetimi, yani baskı dönemi olarak tarihe geçmiş. Eski edebiyattaki gerçekler hayal ürünü zannedilip karalanmis ve sözde gözleme dayalı, yeni edebi eserler yazılmış (Doğru yanlışın yanlış doğrunun yerine koyulmuş ve daha kötüsü de yanlışa doğru budur denilmiş.) Yeni edebiyat ile yaşanmamış yani hayal ürünü hikayeler, ahlaksız romanlar, batıyı koru körüne taklit eden yaşam biçimleri topluma neşredilmiş, tiyatrolarda erkeğe kari elbisesi giydirilmiş, aklın fikrin midesi bulandırılmış, bir yandan Kur'an'ın esaslarindan dili tahrip ile kopartilan, alimleri asılan bu millete bir yandan da sözde aydın kesim, Fransız İngiltere okullarında yetişen bir kaç Beyoğlu zuppesi edebiyatçılik adı altında Anadolu'yu İstanbul'dan ibaret sayarak, İstanbul'u taşrada Avrupa'yı da İstanbul'da tatbik etmişler ve sonuç ortada: ateist deist gençler, imansız bir nesil, aşkı memnu gibi aile içi ilişkileri özendiren diziler vs vs....
    Fransız madam bowary den etkilenerek yazılan bu aşkı memnu romanı sözde yanlış batililasmayi anlatıyor. Yanlısı yanlış yaparak anlatmak da bakın bu yaptığım yanlıştır siz böyle yapmayın demek gibi ahmakane bir iş oluyor. Kitapta yengesiyle zina eden bir genç hikaye ediliyor (aklın fikrin de bir midesi vardır) bazı şeyleri anlamak için yaşamak gerekmez, doğru bilinse zaten yanlış gosterilmese de bellidir. Romanları okuyan aklı selim olmayan gençler anlatılan yanlış olayları tahayyül ediyor!
    İşte dönemin yolunu şaşırmış yazarlari bu gibi eserlere gözleme dayalı hakikat diyor, divan edebiyatindaki "sabah rüzgarı sevgilinin kokusunu getirdi" manasındaki ifadelere de gerçek dışı hayaller diyor. Gerçekte yasak aşk diye anlattıkları hadise yaşanmamışken, yazarak yaşanılabilir hale getirmekle, ilk cinayeti işleyen kabil in insan fıtratına katli kodlaması gibi bu ahlaksız ve yalan hikayeler fitratlari bozmuş hataya meyle sevketmistir. Temiz zihinlere yanlışa giden bir cadde açmak gibi...

    Bunlara paralel bir başka örnek; bireycilik diye bir akım. Buna Fransa'dan edebiyatımıza girmiş diyorlar, inananların içinde yanlış itikad sahibi bir kesimin yani kaderiyecilerin düşüncelerini tüm müslümanlara mal ederek gerçekte kaderin ne olduğunu anlamadıklarından, inanmadıklarından ya da kasıtlı olarak inananları bireysellik kapsamı dışında tutarak, hayali bir şeylere inanan kendi aklına birey olmasına bakmayan birer koyun veya haşa akılsız sürü diye yaftaliyorlar. Oysa birey: yani Ferd ifadesi Allah'ın bir sıfatı olup, Kur'an i kerim ile 1400 yıl önce edebiyatımiza girmiştir, Fransız ihtilali ile değil. İnsanin yaratılış fıtratı ve bir gayesi Allah'ın sıfatlarıyla sifatlanmak olup, Ferd sıfatını taşıyor, yani hem ferddir iradesi var hem de aziz bir kuldur. Bireysellik diye içimize atılan özgürlükden dem vuran bu hain düşünceye sesleniyorum kul yani köle sahibinden izinsiz sarayı terkedemez; haydi iradeniz ve ihtiyariniz varsa çıkın dünyadan görelim. sizler Allah'a kulluğu kabul etmeyip nefsinizin heva ve heveslerinizin ve düşmanınız olan size hiç iltifat etmeyen Avrupa'nın bozuk fikirlerinin kölesi olmuşsunuz.

    " Benliğimden uzak olmaktır esaret bence
    Böyle bir zillete düşmek ne hazîn işkence."

    Ali Tahtalı

    YanıtlaSil
  2. "Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür."
    Risale-i Nûr/Mektubat - 473

    YanıtlaSil
  3. Nasıl ki; göz görmek için ışığa muhtaç ise, akıl da ışığa, nura muhtaçtır. O nur Dindir (Peygamber Kur'an). O ışık yoksa, akıl karanlığa(dünyaya, dinsizliğe, putperestliğe, şehvete, nefse) çalışır.. Akılla bulunmaz en fazla varlığı anlaşılır, kabul edilir, ileri gidilmez: Sıfatlarının tecellilerini göremez, isimlerini, özelliklerini, istediklerini(her an verdiği öğütleri) bilemez. Bunları bilmeyince saptırır; başka şeylere (heva ve hevesine, nefsine, dünyaya, insanlara) Rab der(emrine girer, köle olur) şirke girer. İşte aklın hakikati idrak edebilmesi için, safsatalardan, yanlışlardan kurtulması için; Peygambere ve Kur'an'ı Kerim'e tabi olması(her hal ve her işinde, her an ve zamanda) gerekir. Akıl iman gözlüğünü takınmalıdır ve insan Resûl-i Ekremin (ASM) tâlimini ve Kur'ân-ı Hakîmin dersini tatbik etmelidir. Nefsle mücahede, azami dikkat, ihlâslı ibadet ile..

    YanıtlaSil