Din - Bilim İlişkisi - lutfullahakman.com

Din - Bilim İlişkisi

Din ile bilim arasında amaç bakımında benzerlikler bulunmakla beraber, metot bakımından bazı farklılıklar bulunmaktadır.

Amaç bakımından; din ve bilim ortak amaca sahiptir, ikisinin de gayesi insanlığa faydalı olmaktır. İslam düşüncesinde dinin tanımlarına bakıldığı zaman görülür ki kişinin dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmasını sağlamaktır; Bilim ise kâinatta bütün olup bitenlerin hangi aslî kanunlara göre meydana geldiğini tespit etmeyi amaçlayan insanî faaliyetlerin genel adıdır. Bilimin ya da ilmin gayesi ise, tabiatı tam ve eksiksiz olarak anlamak, eşyanın/ varlığın hakikatini kavramak, gerçeği bilmektir. Dolayısıyla dünya mutluluğu için de insanlara faydalı olmak bir sebep teşkil edebilir. Yani bilimsel faaliyetler insanların hayatlarını kolaylaştırdığı için amaç bakımından din ile benzerlik gösterir.

Metot bakımından ise; elbette ki farklılıklar bulunmaktadır. Çünkü bilimsel faaliyetler salt olgusal olanı ele alır, yapmış olduğu çalışmalara duygularını ve değerlerini katmadan objektif bir şekilde inceler. Bu yüzden yapılan bilimsel faaliyetler kümülatif(yığılmacı) bir şekilde sürekli değişerek ilerler ve gelişir. Fakat din ise bir değerler manzumesidir, insan hayatını anlamlandırır, onu hem dünya hem de ahiret bütünlüğü içerisinde kuşatır. Temelde bakıldığı zaman görülür ki bilim olgu ile ilgilenirken din anlamlandırma ve değer işlemiyle ilgilenmektedir. Bu bakımdan inanç ve bilim birbirinden ayrılmaktadır. Yani din ile bilim birbirini karşılayan kavramlar değildir ve her biri ayrı bir işleve sahiptir.

Burada dinden kastettiğimiz elbette ki İslam dinidir, şimdi kısaca İslam ve Hristiyanlık açısından bilimsellik anlayışına değinelim.


Hristiyanlık Açısından Din-Bilim İlişkisi

Hristiyanlıkta din ile bilim arasında mutlak bir çatışma görülmektedir. Bunun için Orta Çağ Skolastik Düşünce dönemine baktığımız zaman, bir çok bilimsel ve felsefî faaliyetlere karşı çıkıldığı, akıl ve düşünce karşıtlığının yapıldığı, din uğruna tüm faaliyetlerin engellendiği, bilim insanlarının aforoz edildiği hatta Engizisyon mahkemeleri kurulup yargılandığı ve işkencelere tâbî tutulup öldürüldüğü tarihen sabittir. (Galileo Galilei)


Hristiyanlığın Orta Çağ’da bilimsel faaliyetlere karşı çıkmasının sebepleri arasında şunlar gelmektedir:

- Hristiyanlığın sahip olduğu teslis(baba-oğul-kutsal ruh) anlayışının akla yatkın olmaması ve rasyonel açıdan temellendirilememesi,

- İncil’in tahrif edilmiş olması ve içerisine kendi dönemine ait olan olan bir takım bilimsel verilerin karıştırılması, ardından bilimin gelişmesiyle İncil’in bilimsel verilerle çelişir duruma gelmesi, (Orta Çağ’da Batlamyus'çu dünya merkezli teori hakimken; bilimin ilerlemesiyle Kopernik'çi güneş merkezli teori yaygınlaşmıştır.)

- Hristiyan din adamlarının sözlerinin de vahiy olarak algılanması ve mutlak otorite olarak kabul edilmesi,

- Hristiyan ilahiyatının, sağlam bir bilgi felsefesinden(epistemoloji) yoksun olmalarından dolayı, gelişen felsefî faaliyetler neticesinde felsefecilerin sorularını cevapsız bırakmaları ve tüm felsefî, bilimsel faaliyetlere karşı çıkmaları,

- Tahrif edilen Hristiyanlığın aşırı mucizevî bir dine evrilmiş olması ve her hadiseyi mucize ile açıklama çabası, (determinizm düşüncesiyle mucizeleri açıklamak zorlaşacağı için kilise karşı çıkmıştır) gibi temel etkenler belirleyici olmuştur.

 

İslam Açısından Din-Bilim İlişkisi

İslamî açıdan din ile bilim arasında herhangi bir çatışma bulunmamaktadır. Her ne kadar, zaman zaman Müslümanların farklı bakış açısına sahip olmalarından ötürü akıl karşıtlığı, din-bilim çatışması söylemleri dillendirilse de İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an açısından çatışma görülmemektedir. Hatta Kur’an, Müslümanları evreni ve kainatı incelemeye ve üzerinde düşünmeye davet etmektedir. Bu yüzden Orta Çağ’da Hristiyan dünyasında bilim ve felsefe faaliyetleri karanlık çağı yaşarken; İslam dünyasında ise yükseliş devrini yaşamıştır. Endülüs(İspanya) bunun örneklerinden bir tanesidir. Günümüz Batı medeniyeti, tevarüs ettiği felsefî-bilgi birikimi Endülüs yoluyla İslam dünyasından aldığı ortaya çıkmıştır. (Bknz: Fuat Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri

Fuat Sezgin

Bunun temelinde de hiç şüphesiz Kur’an’ın evreni ve kainatı anlamaya, düşünmeye ve akletmeye verdiği önem yatmaktadır. Kur’an’da evrenin belli bir ölçüye, düzene göre yaratıldığına bunlara bakılıp dersler çıkarılması, düşünülmesi istenmektedir. Bu ayetleri kısaca şöyle ifade edebiliriz:

“Her şeyi yaratan ve onu bir ölçüyle takdîr eden Allah yüceler yücesidir.” (Furkân, 25/1-2)

“Varlığımızın delillerini, ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara gösterece­ğiz.” (Fussilet, 41/53)

“Yer yuvarlağında yetkin bilgi sahipleri için nice âyetler vardır, kendi fizyolojik ve psikolojik yapınızda da. Hâlâ görmüyor musunuz?” (ez-Zâriyât, 51/ 20-21)

“(İnsanlar), devenin nasıl yaratıldığına, gökyüzünün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (el-Gâşiye 88/17-20)

“Kendi ken­dilerine, Allah’ın gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları hak/ gerçek olarak ve belirli bir süre için yarattığını hiç düşünmezler mi?” (Rûm, 30/8)

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zü­mer, 39/9)

“Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu inkâr edenlerin zannıdır…” (Sâd, 38/ 27)

Neticede Kur’ân’da insanlar hem kendileri, hem de çevresinde bulu­nan diğer varlık ve olaylar üzerinde gözlem yapmaya, bu gözlemlerden yararlanarak varlıkları ve olayları yaradılış açısından düşünmeye ve bun­ları anlamaya davet etmiştir.

Kur’ân muhatap aldığı insanı, sanı (hayal), vehim ve mitoloji dünyasından uzaklaşıp, kâinattaki varlıkları gözlemeye, dış dün­yadaki olgu ve olaylar üzerinde düşünmeye çağırmıştır. Elbette ki Kur’an bir bilim kitabı değildir ancak Müslümanlara bilimi, araştırmayı, düşünmeyi teşvik etmiştir.

Kur’ân’ın hakikati bulmada akla ve bilgi edinmeye verdiği önem bilim, ahlâk ve sanatın gelişmesine katkıda bulunmuştur. Kur’ân’ın akla ve bilgiye değer vermesinin amacı insanı yaratanını bilmesi ve ona iman etmesini sağlamaktır. Yani varlıklar üzerinde düşünüp elde edilen bilgi ile varlıkların yaratıcısına ulaşılmaktadır. Dolayısıyla İslâm açısın­dan bilimle din arasında doğal bir ilişki söz konusudur. Kur’ân bu doğal ilişkinin kaynağını oluşturmaktadır.

İslam ilahiyatı din-dünya dengesini, akıl-vahiy dengesini en mutedil(ortayollu) bir şekilde kurmuştur. Yine İslâm dininin kutsal kitabı Kur’ân, bazılarına yukarıda değinilen birçok âyetinde bilimin sonradan keşfettiği sebep- sonuç kanununa dik­katleri çevirerek bilimin ve bilimsel düşüncenin gelişmesine doğrudan te­sirde bulunmuştur.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; din ile bilim arasında bir zıtlık bulunmamakla beraber amaç bakımından ilişki içindedir fakat metotları ayrıdır bu açıdan bakıldığı zaman şöyle bir çıkarım en mu'tedil(ortayollu) yargı olacaktır: Din anlamlandırır; bilim açıklar; felsefe düşündürür. Her alan kendi sistematiği içerisinde kıymetli ve değerlidir, insanlık için gereklidir ve bu güne kadar da insanlığa büyük hizmetler vermişlerdir.


Yararlanılan Kaynaklar:

Selim ÖZARSLAN, "DİN-BİLİM İLİŞKİSİNİN SERENCAMI HIRİSTİYANLIK VE İSLÂM ÖRNEĞİ"

Şaban Ali DÜZGÜN, "DİN-BİLİM İLİŞKİSİNDE MODELLER ve ORTAK KAVRAMLAR"

İbrahim Kalın, İslâm ve Batı (İSAM Yayınları)

Yorum Gönder

0 Yorumlar